FRIEDRICH NIETZSCHE
Nietzsche’yle beraber felsefe tehlikeli bir boyut kazanıyor. Gerçi daha önce de tehlikeli olmuştu, ama başka nedenlerden dolayı. Nietzsche’den önceki yüzyıllarda felsefe, filozoflar için tehlikeliydi, oysa Nietzsche’yle beraber herkes için tehlikeli olmaya başladı.
Kendisini sonunda zihinsel bir bulanıklığın içine düştü. Geç dönem yazılarındaki söylemleri bunun habercisiydi zaten. Ne var ki tehlikeli fikirleri hastalığının başlangıcından çok önce ortaya çıktı. Nietzsche’nin fikirleri zihinsel bozukluklarıyla bağıntılı değil. Onlar, 20. Yüzyılın ilk yarısında Avrupa için korkunç sonuçlar doğuran ve iflah olmaz belirtileri günümüzde Balkanlarda ve Doğu Avrupa’da yeniden görülen kolektif bir cinnetin öncüleri oldu.
Aslında Nietzsche’nin felsefesi, felsefe olarak adlandırılması pek de haketmiyor. – ister üstinsandan, ister sonsuz geri dönüşten (yaşamımızı mutlak sonsuza dek tekrar ve tekrar yaşayacağımıza dair düşünce) veya (anlamını Goethe, Napolyon veya kendisi gibi “büyük adamları” yaratmakta bulan) uygarlığın salt anlamından söz etsin. Her şeyi “Güç İstemi” ile açıklamak ya çok basittir ya da anlamsız. Freud’un psikoanalitik açıdan mesafeli ve hatta Schopenhauer’in dipsiz kötümserlikleri bile bizleri daha fazla ikna etmektedir. Bir değeri olan her komplo kuramında olduğu gibi, Nietzsche’nin “Güç İstemi”ne dair doktrini de paranoyak eğilimler taşıyor. Kendi felsefesinin aksine, Nietzsche felsefe yapmaya başlayınca iş ilginçleşmeye başlıyor. O zaman Nietzsche ustalık, ikna yeteneği ve keskin zekâ bakımından kendisinden önceki ve sonraki tüm filozoflarla yarışabilir. Eserlerini okuduğunuzda, bizlerde felsefenin gerçekten de önemli bir şey olduğu izlenimi uyanıyor. Tehlikeli olmasının nedenlerinden biri de bu işte. “Güç İstemi”ni salt analitik bir araç olarak kullandığı sürece, bununla, kendisinde varlığını ancak az sayıda kişinin tahmin ettiği insani motivasyon öğelerinin izini bulabilmekteydi. Bu motiflerden doğan değerlerin maskelerini düşürdü, onların tarihsel gelişimlerini araştırdı ve bu sayede uygarlığımızın ve kültürümüzün temel taşlarını aydınlattı.
Nietzsche’nin çocukluğu Naumburg’ta, “iffetli kadınlarla” dolu bir evde geçti. Bunlar annesi, kız kardeşi, anneannesi ve evde kalmış biraz deli iki teyzesiydi. Belli ki kadınlarla çok erken yaşta yaşadığı bu deneyimler Nietzsche'’in hayatında izler bıraktı, çünkü biyografisi teyzelerinin yaşantısını yansıtan karakteristik izler tekrarladı durdu. 13 yaşındayken o dönemim her üst düzey yatılı okuluyla yarışabilecek denli iyi ve tanınmış bir eyalet okulu olan Pforta’ya başlar. Öğrenciler bu okulda salt yaramazlıklar yapmanın dışında gerçekten de bir şeyler öğreniyordu. Büyük oranda dindar ve şımartılmış terbiyesinin bir ürünü olan Nietzsche okulda “küçük Protestan papazı” diye çağrılıyordu ve kendisi derslerinin en başarılı öğrencisiydi. Gelişmekte olan dahiliği günün birinde kendi aklını kullanmasına yol açtı. On sekiz yaşına geldiğinde inancından şüphe etmeye başlar.